23.03.2023

İL MÜFTÜSÜ DR. HASAN HÜSEYİN GÜLLER'İN RAMAZAN AYI MESAJI

RAHMET AYI RAMAZAN’A GİRERKEN

İlâhî rahmetin inanan kullar üzerine her zamankinden daha yoğun bir şekilde tecelli ettiği müstesna bir zaman dilimi olan Ramazan ayına girmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Bizleri bu günlere ulaştıran rabbimize sonsuz hamdediyor, bizlere sunduğu sayısız nimetler için şükrediyoruz.

Ramazan ayını diğer zamanlardan ayıran temelde dört özellik vardır. Bunlardan birincisi; Ramazan ayının Kur’an ayı oluşudur. Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de, “Şüphesiz, biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. buyurarak,  yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’in Kadir gecesinde indirilmeye başlandığını ve bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğunu haber vermiştir. Hz. Peygamber’den nakledilen rivayetler de Kadir Gecesinin Ramazan ayı içerinde bulunduğuna ve hatta Ramazan’ın 27’nci gecesi olduğuna işaret etmektedir.[2] Konuyla ilgili bir başka ayeti kerimede de ““Ramazan ayı, insanlara yol göstermek, doğrunun ve hakkı bâtıldan ayırmanın açık delilleri olmak üzere Kur’ân’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden kim Ramazan ayına ulaşırsa onda oruç tutsun.”[3] buyrulmuş ve Kur’an-ı Kerim’in bu ayda indirilmeye başlandığı açık bir şekilde ifade edilmiştir. O halde bize düşen görev, bu ayda Kur’an ile olan meşguliyetimizi arttırmak, onu çokça okumak, hatimler yapmak ev onu anlamaya ve hayatımıza uygulamaya çalışmak olmalıdır.

İkinci özellik; farz olan oruç ibadetinin bu ayda yerine getirilecek olmasıdır. Yukarıda yer verdiğimiz ayet-i kerimede rabbimiz, “Öyle ise sizden kim Ramazan ayına ulaşırsa onda oruç tutsun.”[4] emriyle biz müminlerin bu ayda oruç tutmasını istemiştir. İslam’ın beş temel esasından biri olan Oruç, Farsça'dan Türkçe'ye geçmiş bir terimdir. Arapça karşılığı "savm" veya "sıyam"dır. “Savm” kelimesi ıstılahta, "İkinci fecir”den (“fecr-i sadık”tan) itibaren, güneşin gurubuna kadar yemekten, içmekten, cinsel ilişkiden ve orucu bozan diğer şeylerden, Allahü Teala'ya kulluk niyetiyle nefsi alıkoymaya verilen ibadetin ismidir. Oruç, Peygamber’imizin(a.s), hicretinden bir buçuk yıl sonra Şaban Ayı’nın onuncu günü farz kılınmıştır. Oruç tutma şartlarını haiz olan her mükellef için Ramazan Ayı’nda oruç tutmak “farz-ı ayn”dır ve Allahu Teala (c.c)'ya ihlasla kulluk etmek manası taşımaktadır. Orucun hikmetlerinden bazılarını kavramak mümkün olsa da bütün hikmetlerini tespit etmek mümkün değildir. Bu sebeple diğer ibadetlerde olduğu gibi oruç ibadetinde de Allah'a kulluk esas alınmalıdır. Oruç ibadeti farz, vacip ve nafile olmak üzere üçe ayrılır. Farz olan oruçta kendi arasında ikiye ayrılır. Birincisi Ramazan-ı Şerif orucu gibi muayyen olan farz oruç; İkincisi, muayyen olmayan farz oruç. Meşru bir sebeple kazaya bırakılan ramazan orucu ve keffareti gerektiren bir durum sebebiyle tutulacak keffaret orucu gibi. Hükmen vacip olan oruçlar da, kendi aralarında muayyen ve gayr-i muayyen olmak üzere ikiye ayrılır. Muayyen olan vacip oruç, mükellef tarafından gün tayin edilerek adanan oruçtur. Eğer mükellef muayyen bir vakit tayin etmeksizin oruç nezrederse, orucunu dilediği zaman eda edebilir. Buna da gayr-i muayyen vacip oruç denilir. Bunların dışında bir de Allahu Teâlâ (c.c)'nın rızasını kazanmak niyetiyle tutulan nafile oruçlar vardır. Oruç, mükellefi her türlü şehevi arzulardan alıkoyan ve ihlası artıran bir ibadettir. Oruçta açlığa, susuzluğa ve nefsin diğer arzularına karşı direnmek oldukça önemlidir. Allahu Teala (c.c)'ya iman eden ve O'nun dini uğruna her türlü fedakarlığa karar veren müminler; oruç ibadeti ile kuvvetli bir iradeye sahip olurlar. Yoksulların durumunu daha iyi anlar, onların sıkıntılarının giderilmesinde daha fazla çaba sarf ederler. Orucun maddi ve manevi faydalarının yanında, sağlık açısından da pek çok yararları bulunduğu uzman hekimler tarafından ifade edilmektedir.

Üçüncü özellik; fitre ve zekat gibi maddi ibadetlerin bu ayda yerine getiriliyor olmasıdır. Halk arasında fitre diye bilinen fıtır sadakası (sadaka-i fıtır); insan olarak yaratılmanın ve Ramazan orucunu tutup bayrama ulaşmanın bir şükrü olarak; dinen zengin olup Ramazan ayının sonuna yetişen müslümanın, belirli kimselere vermesi vacip olan bir sadakadır.[5] Vacip oluşu, sünnetle sabittir.[6]
Hz. Peygamber, köle-hür, büyük-küçük, kadın-erkek her müslümana fitrenin gerektiğini ifade ettiğinden kişi, kendisinin ve küçük çocuklarının fitrelerini vermekle yükümlüdür.[7] Diyanet İşleri Başkanlığımız bu yılki fitre miktarını 70 TL olarak açıklamıştır.

Zekât ise; dinen zenginlik ölçüsü kabul edilen miktarda (nisap) mala sahip olan kimselerin Allah rızası için muayyen kişilere vermesi gereken belli miktarı ifade eder. Zekâtın farz olması için şartlar; malların nisaba ulaşması yanında nâmî (üreyici/artıcı) olması, sahip olunduğu andan itibaren üzerinden bir yıl geçmesi, bir yıllık borcundan ve aslî ihtiyaçlardan fazla olmasıdır. Nisap, zekâtla yükümlü olmak için esas alınan zenginlik ölçüsüdür. Bu ölçü, altında 20 miskal (80.18 gr), devede 5, sığırda 30, koyun ve keçide 40 adettir. Zekâtın kimlere verileceği Kur’an-ı Kerim’de ayrıntılı şekilde açıklanmış,[8] nisabı da hadislerde belirtilmiştir.[9] Buna göre temel ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olan kişi diğer şartlar da yerine gelmişse bu mallarının zekâtını vermesi gerekir. Zekat ibadeti aslında sadece Ramazan ayına mahsus bir ibadet olmayıp, yılın har hangi bir gününde yerine getirilebilir. Ancak, bu ibadetin hesabında yıl esas alındığı için hem hesaplamada kolaylık olması hem de sevabının daha çok olması ümidiyle genellikle Ramazan ayında verilmesi tercih edilmiş ve bu uygulama bir gelenek haline gelmiştir.

Dördüncü özellik ise; bu ayda kıldığımız teravih namazlarıdır. Sözlükte rahatlatmak, dinlendirmek anlamlarına gelen tervîha kelimesinin çoğulu olan teravih, dinî bir terim olarak, “Ramazan ayında, yatsı namazı ile vitir namazı arasında kılınan nafile namaz” demektir.
Resûl-i Ekrem (s.a.s.) ashabıyla beraber cemaat hâlinde bu namazı kılmış, onların iştiyakını görünce farz olur endişesiyle cemaatle kılmayı terk ederek yalnız kılmaya devam etmiştir.[10]
Yine Hz. Peygamber, “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek Ramazan namazını (Teravih) kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır.”[11] buyurarak teravih namazına teşvik etmiştir. Bu bakımdan teravih namazı, erkek ve kadınlar için sünnet-i müekkededir. Teravih namazını dört rekâtta bir selam vererek kılmak caiz ise de, iki rekâtta bir selam vererek kılmak daha faziletlidir. Bu namazın her dört rekâtının sonunda bir miktar oturup dinlenmek müstehaptır. Bu dinlenmelerde tehlîl (lâ ilâhe illallah demek) ve salavât ile meşgul olunması uygundur.

Bilindiği üzere Diyanet İşleri Başkanlığımız her yıl Ramazan ayında bir tema belirlemekte ve bu tema ay boyunca vaaz ve hutbelerde farklı yönleriyle işlenmektedir. Bu yılki tema “Ramazan ve Dayanışma” olarak belirlenmiştir. 6 Şubat tarihinde yaşadığımız büyük deprem afeti bu konunun belirlenmesinde önemli olmuştur. Zira Milletimiz bu büyük afet karşısında birlik ve beraberlik içinde büyük bir azim ve kararlılıkla mücadele etti. Devletimiz, milletimiz, sivil toplum kuruluşlarımız bir an önce yaraları sarmanın gayreti içinde oldu. Diyanet İşleri Başkanlığımız da depremin meydana geldiği ilk günden itibaren bütün imkânlarını seferber etti. Başkanlığımız ve Türkiye Diyanet Vakfımız, binlerce personeli ile cenaze defin işlemlerinden arama kurtarma çalışmalarına, insani yardım faaliyetlerinden manevi destek hizmetlerine kadar her alanda canla başla mücadele etti. Millet olarak darda kalan kardeşlerimizin yardımına koştuk, yaralarımızı sarmaya çalıştık. Rahmân’ın hayır ve bereket kapısına sığındık. Sonsuz kudret sahibinin yardım ve inayetini diledik. Kulluğumuzun bir gereği olarak, ilahi rahmet rüzgârlarının sıkıntılarımızı dağıtması, gönüllerimizi feraha, huzur ve sükûna kavuşturması için aynı yürekle duaya durduk. Nice canlar kaybettik. Ancak şunu iyi biliyoruz ki sebepleri ne olursa olsun biz müminler, yaşadığımız hiçbir şeyi, dünya hayatının bir imtihan olduğu gerçeğinden düşünemeyiz. Çünkü Allah Teâlâ; “Hanginizin daha güzel işler yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.”[12] buyurarak bu gerçeğe işaret etmiştir.

Bu vesileyle bu yıl buruk ve yaralı yüreklerle idrak ettiğimiz Ramazan-ı şerif’in acılarımızın teskinine ve başta ülkemiz olmak üzere İslam coğrafyasının huzur ve selametine, bütün insanlığın barış ve hidayetine vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyor, Ramazan ayınızı tebrik ediyorum.

 

 

Dr. Hasan Hüseyin GÜLLER

Manisa İl Müftüsü

 

 

[1] el-Kadr, 97/1-3.

[2] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VIII, 426.

[3] el-Bakara, 2/185.

[4] el-Bakara, 2/185.

[5] Nevevî, el-Mecmû’, VI, 103-105.

[6] Buhârî, Zekât, 70-78; Müslim, Zekât, 12-16; Ebû Dâvûd, Zekât, 18; İbn Mâce, Zekât, 21.

[7] Ebû Dâvûd, Zekât, 20.

[8] Tevbe, 9/60.

[9] Buhârî, Zekât, 32, 36, 38, 43.

[10] Buhârî, Salâtü’t-terâvîh, 1; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 177-178.

[11] Buhârî, Salâtü’t-Teravih, 1; Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 173.

[12] el-Mülk, 67/2.